Bir Cezaevinde Tecritteki Adamın Mektupları – Nazım Hikmet Ran

Van Gogh - The Prison Courtyard

 1. Senin adını

kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım.

Malum ya, bulunduğum yerde

ne sapı sedefli bir çakı var,

(bizlere âlâtı-katıa verilmez),

            ne de başı bulutlarda bir çınar.

Belki avluda bir ağaç bulunur ama

gökyüzünü başımın üstünde görmek

                                                   bana yasak…

Burası benden başka kaç insanın evidir?

Bilmiyorum.

Ben bir başıma onlardan uzağım,

hep birlikte onlar benden uzak.

Bana kendimden başkasıyla konuşmak

                                                                yasak.

Ben de kendi kendimle konuşuyorum.

Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi

                                            şarkı söylüyorum karıcığım.

Hem, ne dersin,

o berbat, ayarsız sesim

                      öyle bir dokunuyor ki içime

                                                      yüreğim parçalanıyor.

Ve tıpkı o eski

        acıklı hikâyelerdeki

yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,

mavi gözleri ıslak

kırmızı, küçücük burnunu çekerek

                senin bağrına sokulmak istiyor.

Yüzümü kızartmıyor benim

              onun bu an

                              böyle zayıf

                                       böyle hodbin

                                                 böyle sadece insan

                                                                                oluşu.

Belki bu hâlin

fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır.

Belki de sebep buna

                     bana aylardır

                     kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan

                                                                bu demirli pencere

                                                                     bu toprak testi

                                                                          bu dört duvardır…

Saat beş, karıcığım.

Dışarda susuzluğu

                               acayip fısıltısı

                                            toprak damı

ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran

                                                         bir sakat ve sıska atıyla,

yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı

dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla

ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı.

Bugün de apansız gece olacaktır.

Bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın.

Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan

                                                                 bu ümitsiz tabiatın

ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır.

Yine o malum sonuna erdik demektir işin,

yani bugün de mükellef bir daüssıla için

yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam.

Ben,

ben içerdeki adam

yine mutad hünerimi göstereceğim

ve çocukluk günlerimin ince sazıyla

suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla

yine billâhi kahredecek dil-i nâşâdımı

seni böyle uzak,

seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi

                                                                kafamın içinde duymak…

2. Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar.

Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire

taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire…

Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar,

dışarda bozkırın üstünde pırıltılar…

Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet,

                                              suyu donmayan testi

ve sabahları çimentonun üstünde güneş…

Güneş,

artık o her gün öğle vaktine kadar,

bana yakın, benden uzak,

sönerek, ışıldayarak

                               yürür…

Ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara,

başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı :

                                                     dışarda akşam olur,

                                                     bulutsuz bir bahar akşamı…

İşte içerde baharın en kötü saatı budur asıl.

Velhasıl

o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle

bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı

                                                              hürriyet denen ifrit…

Bu bittecrübe sabit, karıcığım,

                                         bittecrübe sabit…

3. Bugün pazar.

Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.

Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak

                                                  bu kadar mavi

                                                  bu kadar geniş olduğuna şaşarak

                                                  kımıldanmadan durdum.

Sonra saygıyla toprağa oturdum,

dayadım sırtımı duvara.

Bu anda ne düşmek dalgalara,

bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.

Toprak, güneş ve ben…

Bahtiyarım…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back To Top